‘BİZ SEVGİ PITIRCIKLARIYIZ…’
Serenay Sarıkay ve Mehmet Günsür: Biz sevgi pıtırcıklarıyız
Fİ dizisindeki rolleriyle adından söz ettiren Serenay Sarıkaya ve Mehmet Günsür, Hürriyet Gazetesi’nden Hakan Gence’ye samimi açıklamalarda bulundu. İşte o röportaj…
◊ Bir anda ekranın en ateşli çifti oldunuz. Aranızdaki elektrik izleyeni çarpıyor. Önceden tanışıyor muydunuz?
Serenay Sarıkaya: Birkaç defa karşılaşmıştık ama ilk defa birlikte çalışıyoruz. Ofiste de (menajerlik ofisi, ID İletişim) Mehmet’in adını çok duyuyordum. Bana hep “Sen onun kadın versiyonusun, o senin erkek versiyonun” derlerdi. Bir araya gelince ortaya nasıl bir şey çıkacak diye çok merak ediyorduk.
◊ Nasıl bir şey çıktı sizce?
Serenay Sarıkaya: Gerçekten sete girdiğimiz an enerjilerimiz aynı noktada buluştu. Biz setin sevgi pıtırcıklarıyız. Sabahları sete büyük bir neşeyle gelip herkesi öpüp kucaklayıp güzel enerjiler verip işe öyle başlıyoruz.
◊ ‘Fi’, dijital bir platformda yayımlanan ilk dizilerden biri. İnternet dizileri izleyiciye neler sağlayacak?
Serenay Sarıkaya: Daha özgün, çeşitlilik anlamında daha zengin işler görebileceğiz. Herkese bir umut kapısı…Zeki olmak zorundasın◊ Bir bölüm 170 dakika değil de 60 dakika olduğunda neler değişiyor?
Mehmet Günsür: Zeki olmak zorundasın. Bir şeyi en iyi şekilde anlatmak için sadece bir sahnelik şansın var. Yazan en iyi şekilde yazmak, oynayan en iyi şekilde oynamak ve çeken en iyi şekilde çekmek zorunda.
◊ Sevişme sahneleriniz çok konuşuluyor. Bu durum size ne hissettiriyor?
Serenay Sarıkaya: Duru ve Deniz, iki sevgili. Hikâyede çatışmalarını da yakınlaşmalarını da görüyoruz. O sahneler ‘Fi’nin tamamını oluşturmuyor, biz bambaşka bir hikâye anlatıyoruz. Zaten ‘Fi’yi takip edenler de bunun farkında.
Mehmet Günsür: Ne yazık ki bu, ülkemizde tabular arasında birinci sırada. Bu durumun ancak eğitimle aşılabileceğini düşünüyorum.
◊ Birbiriniz hakkında ne söylersiniz?
Serenay Sarıkaya: Mehmet denince aklıma ilk müzik geliyor. Sonra neşe… Doğal ve insana iyi gelen bir duygusu var. Onu çok seviyorum.
Mehmet Günsür: Ne kadar şaşırtıcı olur bilmiyorum ama çok güzel… İçi güzel, dışı güzel… Her şeyin içindeki pozitifliği görmesi çok değerli. Söylediği tek bir cümle bile seni uyandırmaya yetiyor.
◊ Sizi en iyi anlatan emoji?
Serenay Sarıkaya: Kafasında hare olan gülen surat.
Mehmet Günsür: Gülen surat, elleri yanda.
◊ Yıldızınız hızla parladı. Sırrınız neydi?
Serenay Sarıkaya: Burada olmam ve bu işi yapmam gerektiğinden yüzde yüz emindim. İnandığım şey için elimden geleni yaptım. Kendime inanmak, sabretmek ve arkamda annem gibi bir değer olması başlıca sebepler.
◊ Güzellik?
– O başta avantaj gibi görünse de sonradan dezavantaja dönüşüyor. Çünkü bir şeylerin sadece görsel sebeplerden kazanılmadığını göstermek için çabalamaya çalışıyorsun.
◊ Ben karşımda çok çekici bir kadın görüyorum. Siz aynada ne görüyorsunuz?
– Tanrı bana bu bedeni verdiği için mutluyum ve ona iyi bakmaya çalışıyorum. Güzelliğin hem psikolojik hem de fiziksel olarak içten geldiğine inanıyorum. İyi beslenmek önemli. Kendini ne kadar iyi beslersen o kadar parlıyorsun.
◊ Bu kadar güzel doğmak nasıl bir şey?
– Annemle geçen gün konuştuk; enteresan bir çocukluğum olmuş. Sokakta herkes beni sevip fotoğrafımı çekmek istermiş. O zamanlardan dikkat çeken bir halim varmış yani. Ama bu, çok farkında olduğum bir şey değil.
◊ Öyle diyorsunuz ama Çek Cumhuriyeti’ne gidip bir güzellik yarışmasına katılmışsınız…
– Her genç kız gibi hayalimdi. O ortamı deneyimlemek istedim. 15 yaşımdayken Antalya’da voleybol antrenörüm, 18 yaş altındakiler için Çekoslovakya’da bir güzellik yarışması olduğundan söz etti. Ben de yeni yerler keşfetmeyi sevdiğim için “Giderim” dedim.
◊ Yabancı dil?
– İngilizcem yoktu. Bileti verdiler, tek başıma gittim. Bu özgüvenimi sağlamlaştırdı. Sanırım bu yüzden şimdi kendimi ifade ederken hiç
zorlanmıyorum.
◊ 16 yaşından beri setlerdesiniz. İnsanların gözü önünde büyüdünüz… Bu nasıl bir baskı yarattı üstünüzde?
Serenay Sarıkaya: Zorlu bir yolculuk olacağını biliyordum. Ama bu yola gönüllü girdim. Ve ‘bu’ olmayı çok istedim. O yüzden gelen her şeyi, artısıyla eksisiyle kabul ettim. Sanırım bana bu yolculukta yardım eden; yolun başında edindiğim felsefemdi.
◊ Nedir o?
– Hayatın akışına teslim olmak. Bir şeye başlarken korkup kendimi geri tutmuyorum. Önümde bir seçenek varsa, anda olup, ‘en iyimi’ yaratmaya çalışıyorum. Kötü bir sonuçla karşılaştığımda da onu bir ders gibi algılıyorum.
◊ Anne-babanız siz küçükken ayrılmış. 15 yaşında Sinan Çetin’in çektiği bir film sırasında keşfedilmişsiniz. Annenizle Antalya’dan İstanbul’a uzanan bu yolculukta çok zorluklar yaşadınız mı?
– İki kadın baş başa olmanın avantajları gibi dezavantajları da vardı. Ama önemli olan, maddi ve manevi zorlukları pozitife çevirmekti. Çok şanslıyım ki beni çok güzel yetilerle donatmaya çalışan annem hep yanımdaydı. Bana çok güvendi. Onun yüzünü kara çıkarmamak için çok çaba sarf ettim.
◊ Babanızla görüşüyor musunuz?
– Tabii. Aramızda hiçbir sorun yok.
◊ ‘Fi’yi tutkunun peşinde koşanların hikâyesi olarak özetleyebiliriz. Sizin hikâyenizde tutku ne kadar vardı?
– Kesinlikle tutkulu bir kadınım. Mesela oyunculuğa tutkuyla bağlıyım. Ama canlandırdığım Duru karakterinden farklı olarak daha sabırlı olmaya gayret ediyorum.
◊ İçinizde ukde kalan bir şey var mı?
– Yoğun çalışma temposundan dolayı bu sene üniversite sınavına giremedim. Ama hayatımın bir döneminde üniversiteye gideceğimi
biliyorum. Sosyoloji okumak istiyorum.
◊ Kerem Bursin’le birlikteliğiniz hayatı nasıl etkiledi?
Serenay Sarıkaya: Kerem’in çok özel bir kalbi var. Onunla olmak bana huzur veriyor. Hayatında seni destekleyen birinin olması güç verici.
◊ Bu kez bir balerini canlandırıyorsunuz. Dans sahnelerinde dublör kullanıyor musunuz?
Serenay Sarıkaya: Yaklaşık dört aydır dersler alıyorum. Çok iyi hazırlandım. Bundan sonra da muhtemelen dansı bırakmam. Çünkü esneyebilmek için acılı bir süreç geçirdim. Onu kaybetmemek için devam ederim.
◊ Dizi; modern ve ‘arızalı’ insanları anlatıyor. Siz modern insanda neleri arızalı buluyorsunuz?
– Geçenlerde annem bir kitapta okumuş; 1940’larda bir insanın akıl hastanesinde yatmasına sebep olacak tüm karakter defoları şu an sokaktaki herkeste varmış. Tabii teknoloji, şehirleşme, insan kalabalığı, bir yarış hali… Hepimizi ister istemez bir değişime zorluyor.
◊ Dizideki karakterlerin zaman geçtikçe aslında göründükleri gibi olmadıklarını görüyoruz. Sizce bizler ne kadar maskeliyiz?
– Kimse karşısındaki kişinin kendi içinde ne yaşadığını bilemiyor. Sosyal medyanın bize verdiği sahte özgüven muhtemelen hepimizi daha egolu insanlar olmaya zorluyor. Bunlar artık insanın ciddi zaafları. Bu sebeple önyargılı olmamalıyız. Hiçbirimiz gerçekte kimin ne olduğunu bilmiyoruz.
◊ Yani birçok şeyin sebebi teknoloji mi?
– Hayatımızı kolaylaştırırken bir yandan da iletişimi bitiriyor. Artık kimse karşılıklı muhabbet etmiyor. Bu beni üzüyor. Çünkü ben temassal iletişimi seven bir insanım. Birinin gözlerinin içine bakmak, onun dertlerini anlamak, o sevgiyi paylaşmak benim için önemli.
◊ Şöhretinizin en parladığı noktada evlenmek ne kadar doğru bir karardı?
Mehmet Günsür: Kalbimin ve ruhumun doğrultusunda yaşamaya çalışıyorum. Hayat, aşktır benim için. Ben kalbimi dinledim. Beraber yaşlanmak istediğim kadını bulunca başka bir şey düşünmedim.
◊ Evleneli 10 sene oluyor. Aşk ve tutku devam ediyor mu?
– Caterina, olağanüstü bir kadın. Her gün daha fazla âşık oluyorum. Bir sonraki hayatımda da onu bulmak istiyorum.
◊ Üç çocuk hayatınızı nasıl değiştirdi?
– Artık bir şey yapmadan önce üç-dört aşama sonrasını düşünebiliyorum. Onun dışında hâlâ özgür olduğumu düşünüyorum. Çocuklara da vermek istediğim şey bu: Özgürlük, sevgi, saygı, sanat, anlayış, alçakgönüllülük, yardımlaşma… Onun dışında; her erkeğin kesinlikle bir kız çocuğu olması gerektiğini düşünüyorum. Çocuklar seni hayatın özüne bağlıyor. Kız çocukları da kadının özü. Kadınları özünden anlayabilmek, bir erkek için çok sihirli bir şey.
◊ Roma’da nasıl bir hayatınız var?
– Sakin bir hayatım var. Tabii üç çocuğumla yine de bir hengâme hâkim. Roma, sayfiye şehri gibi. Orada ne kadar ünlü olsan da insanların sana bakış açısı daha farklı.
◊ İtalya’dan Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?
– 80’leri, 90’ları ve 2000’leri hatırlıyorum. Bu ülkedeki bir sürü değişimi gördüm. Genelde dünyayla ilgili bir sıkıntı olarak şunu söyleyebilirim; biraz masumiyetimizi kaybettik.
◊ Hep beğenilen biri miydiniz?
Mehmet Günsür: Küçüklüğümde hep “Ne tatlı, ne sevimli” derlerdi. Aslında yaramaz da bir velettim. Annem “O kadar sevimliydin ki sana kızamazdık” der.
◊ Kamera karşısına ilk çıktığınızda yedi yaşındaymışsınız. 12 yaşındayken ‘Geçmiş Bahar Mimozaları’nda rol almışsınız. O yaşta oyuncu olma kararını kendiniz veremeyeceğinize göre bir ‘proje çocuk’ muydunuz?
– Hayır. Annem öğretmen, babam mühendis. Ama ikisinin de sanat damarları kuvvetli. Bu bana da geçti. Küçükken halam bir reklam prodüktörünü tanıyordu. Elimden tuttu ve beni deneme çekimine götürdü. Reklamlarda rol aldım. Sonra ‘Geçmiş Bahar Mimozaları’ geldi. Ama o zamanlar bu benim için harika bir oyundu, ‘gibiymiş’ gibi yapma oyunu… Müşfik Kenter, Filiz Akın ve Rutkay Aziz gibi önemli isimlerle birlikte çalıştım ve profesyonelce yapmayı onlarla öğrendim.
◊ Zor muydu?
– Evet. Çekimler söylenen saatlerde bitmezdi. Gece Müşfik Kenter’le sıramızı beklerken aynı yatakta uyurduk. 12 yaşında tanınmaya başladım, benim hayatımda bir şey değişmedi, havalanmadım ama okulda çocuklar bana “Mimoza” demeye başladı. Hayatım spordu; tenis ve kayak takımlarındaydım ama beden hocası beni ikmale bırakmıştı. Ben hiç farkında değildim ama o beni bir şekilde yanlış anlamıştı. O noktada meşhurluk hikâyesini insanların farklı algıladığını gördüm.
◊ Müzikle ilgileniyor, restoran işletiyordunuz… Hangi noktada oyunculuğun asıl mesleğiniz olmasına karar verdiniz?
– 1996’da, ‘Hamam ‘filminden sonra. Sinemanın İtalyan mutfağını gördüm ve “Ben bu işi çok seviyorum” dedim.
◊ İyi âşık, iyi baba, iyi oyuncu ve Türkiye’nin en yakışıklı erkekleri listesinin daimi üyesi… Mükemmelliğin vücut bulmuş hali misiniz?
Mehmet Günsür: Asla. Kimse mükemmel değildir. Ben de insanım ve kusursuz değilim.
◊ Bu kadar düzgün görülmek hayatınıza nasıl yansıdı?
– Etiketler, omuzlara sorumluluk yükleyebiliyor. Ama yurtdışında yaşıyorum, orada kendimi sıfırlayabiliyorum ve hiçkimse olabiliyorum. Bu, benim için çok özel. Ben ‘birisi’ olmaktansa ‘hiçkimse’ olmayı seviyorum. Şöhret benim için bu işin olmasa da olur diyebileceğim bir kısmı.
◊ Sanki bir tarafınız beyefendi, bir tarafınız rock’n roll… Gerçekte nasıl bir ruhsunuz?
– Özgür… Aldığım bütün kararlarda da bu his var. Kendimi tabulara ya da otosansürlere hapsetmek
istemiyorum. Bunları kırmak istiyorum.