YENİ HEDEF KUZEY KUTBU!
“Diriliş Ertuğrul” dizisinin yıldızı Engin Altan Düzyatan vahşi doğa fotoğrafçısı olma yolunda ilerliyor. Ruanda’da gorillerin fotoğrafını çekmekle işe başlayan Düzyatan, geçen haftalarda Kenya’daki Mara Nehri’nde ‘büyük göç’ü fotoğrafladı, sadece 1 metre mesafesinde olan aslanlarla burun buruna geldi.
İşte Engin Altan Düzyatan’ın hedefiyle ilgili açıklamaları:
Afrika’ya bir kez giden daha sonra da hep gitmek istermiş. Seninki böyle bir tutkuyla mı başladı yoksa daha çok vahşi doğayı fotoğraflama tutkusu mu?
– Benimki fotoğraf merakıyla başlayan bir tutku. Fotoğrafta da nedense vahşi doğa fotoğrafı ilgimi çekiyor. Çünkü o tarz fotoğraflara bakmaktan keyif alıyorum. Vahşi doğa fotoğrafı işine merak sarınca tabii ki akla ilk olarak Afrika geliyor. Afrika’ya gidince de şehirden uzaklaşıyorsun. Tamamen doğanın içinde yaşıyorsun. İnsanın özünde şehir yaşamı diye bir şey yok. Sonradan kanımıza işlemiş bir sistem.
Son Afrika seferimde 11 gün kaldım ama bana üç-dört aymış gibi geldi.
Bir gün içerisinde ne kadar çok vaktim olduğunu fark ettim. Ayrıca bir de şunu: Bir günde o kadar çok değişim oluyor ki orada. Hayvanların avlanması, bir yerden bir yere gitmeleri… Galiba bu yüzden hep dönmek istiyorsun Afrika’ya.
İlk gittiğin ülke hangisi?
– Kenya. Daha sonra Ruanda’ya gittim. Orada gorilleri çektim. En son yine Kenya’da Masai Mara’ya gittim.
Vahşi doğa fotoğrafçısı Süha Derbent sanırım gorilleri çekerken seninleydi…
– Evet, ama bu son gidişimde yoktu. Zaten onun sayesinde bu işe daldım. Tanıştık, arkadaş olduk ve onunla gittik Ruanda’ya.
Bu işin püf noktası ne? Süha seni nasıl yönlendirdi? Gorillere yaklaşıp fotoğraflarını çekmek kolay olmasa gerek…
Bu iş aslında biraz hissetmekle alakalı. Süha gerçekten hayvanlarla iletişim kuruyor. Ne yapacaklarını önceden sezebiliyor. Bu gidişimde ben de hayvanın ne yapacağını önceden sezmeye başladım.
Çünkü matematiğini bilince, onlarla ilgilenince aslında işi çözmeye başlıyorsun. Mesela yeni yemek yemiş bir aslanın kalkıp sana bakmasını beklemek saçma.
Büyük ihtimalle 16 saat uyuyacaktır. Arabalara da alışkın oldukları için seni hiç umursamıyorlar, orada yatıyorlar. Dolayısıyla doğru zamanı bulmak lazım. Mesela akşamüstüyse, avlanmak için çıkmışsa bil ki sana iyi fotoğraf malzemesi çıkacak.
Ne kadar yaklaşabiliyorsun?
– Belli bir sınır var. 3-4 metrenin altına düşmüyoruz. Ama tabii oraya yerleştikten sonra hayvan kalkıp bize doğru gelirse geri kaçmıyoruz. Dolayısıyla aramızdaki mesafe bazen 1 metreye kadar düşüyor! Hayvan önümden ya da yanımdan geçiyor.
O zaman ani hareket yapmıyorsunuz?
Aslında arabadan inmemek yeterli. Çünkü arabayı büyük bir canlı olarak görüyor, ona bulaşmıyorlar. Ama arabadan indiğin vakit hayvandan daha küçük bir canlı haline geliyorsun. İşte o zaman işler değişebiliyor!
Bu gidişimde hayvanların ne yapacağını önceden sezmeye başladım
Ama yavru gorilleri sevebilmişsiniz galiba…
– Onlara dokunabiliyorsun. Ama biz yine de dokunmadık. Çünkü müdahale etmek istemedik. O sana dokunursa yapacak bir şey yok. Gorillerle çok yakındık. Gümüş Sırt denilen lider goril 1 metre mesafemizdeydi. Düşün, Gümüş Sırt 20 tane Amerikan güreşçisi gücünde. O kadar iri benden. Ve karşımda duruyor! Hiç unutmuyorum, bir anda kalktı ve bana doğru yürümeye başladı. Oturuyordum zaten, hiç hareket etmedim. Bana dokunarak yanımdan geçti. Buna yapabileceğim bir şey yok.
Ama ben gidip onların yavrularına dokunmuyorum. Çünkü tüm rehberler “İnsanlara alışmaları iyi bir şey değil” diyor.
İnsana alıştıkça insandan korkmamaya başlıyorlarmış. Oysa insandan korkmaları gerekiyor.
Çünkü her insanı kendin gibi görmemen gerekiyor. Hâlâ onları avlayan insanlar var. Erkek goril yavrularının ellerinden kül tablası yapmak için!
Korkunç bir şey! Ruanda hükümeti buna izin veriyor mu?
– Hayır, ama kaçak avlayan var. Bu arada bütün doğan goriller ülkenin vatandaşı! Hangi tarafta doğduysa. Orada bir dağ var. Bir taraf Uganda, bir taraf Ruanda, bir taraf Kongo. Hangi sınırlar içinde goril doğduysa o ülke ona vatandaşlık ve isim veriyor. Ciddi boyutlarda korunuyorlar. Şu an 550 civarındalar.
Gelelim son Kenya seyahatine ve büyük göçe… Onu nasıl planladın ve bu iş nasıl sergi projesine dönüştü?
– Afrika’nın hikayelerini dinlediğiniz zaman içiniz burkuluyor. 21. yüzyılda hâlâ suya ulaşamamaları gerçekten düşündürücü. Oysa toprağı kazsan her yerden su çıkıyor. Ama yatırım yapılmadığından insanlar su için kilometrelerce yürümek zorunda kalıyor.
Peki su kuyusu açmak ne kadarlık bir yatırım?
– Çok büyük değil. Bir su kuyusu açmak 5 bin dolar civarında. Bazı bölgelerde 10 bin dolara çıkıyor. Ruanda’da böyle bir sorun yok, ama Kenya ve Güney Afrika’da var. Ben de küçük bir katkım olsun istedim.
Çektiğim fotoğrafların sergisini yapayım ve buradan elde edilecek gelirle Afrika’da açabildiğim kadar su kuyusu açayım…
Aslında son seyahat bu fikirle gelişti.
Açılacak sergide kaç fotoğrafın sergilenecek?
– 12 bin fotoğraf arasından elediğim 70 tane iş çıkacak sergiye. Bir de belgesel çektim. Bir kanalda yayınlanacak. Henüz bir yerle anlaşmadık. Sergiyi ise ekim sonuna yetiştirmeye çalışıyoruz.
İnternet dizisinin oyuncu için konforu başka
Dijital platformlarda yayınlanan internet dizilerini olumlu buluyorum. Sonuçta sektör böyle gelişir. Daha fazla aktörü oynar, daha fazla yazarı yazar, daha fazla yönetmeni çeker hale getirirsek… “İnternet dizisinde oynamam” demek, gelişmeye açık olmamak demektir. Televizyon dizisinin süresi belli. Eğer bir şey değişmezse 120 dakika çekmeye devam edeceğiz. 50 dakikalık internet dizisinin ise hem hikaye hem de oyuncu için konforu başka. Ve artık dünyada bu iş böyle ilerliyor.
Büyük göç ne kadar sürüyor?
– Temmuz ortası gibi başlıyor, eylül ortasına dek devam ediyor. Göçte en önemli mevzu geçişi çekebilmek. Tam ortada Mara Nehri var. Geçiş çekmek istediğimiz için kampı özellikle oraya kurduk. Hayvanlar çok ciddi rakamlarda göç ediyor. Milyon seviyesinde! Ama kaç kişilik gruplar halinde geçecekler, ne zaman olacak, işte onu bilemiyorsun. Genel olarak yüzbinleri geçmiyor Mara Nehri’nden geçenlerin sayısı. Ama bir seferinde rehberimiz Ping de çok şaşırdı. Çünkü milyona varan bir geçişti! Önce Ping “Bir duyum aldım” dedi, “Hayvanlar çok birikmişler”. Bizi bulunduğumuz noktadan başka bir yere götürdü o gün.
Bayağı ciddi mesafe gittik. Bütün gün bekledik. “Herhalde bir şey olmayacak” dedim kendi kendime. “Bekleyelim” dedi Ping. 2.5 saat sonra gerçekten geçtiler. 20 yıllık rehber Ping bile o kadar büyük sayıda bir geçiş daha önce görmemiş!
Bu gidişimde Hayvanların ne yapacağını önceden sezmeye başladım
Şimdi hedefin kutup ayısı çekmek mi?
– Evet. Aslında bunun bir seri olmasını planlamıştım. Beşli bir proje. Afrika’yı bitirdim, Kenya ve Ruanda. İkisi onlardı. Şimdi hedefim Kuzey Kutbu’nda ayı, Hindistan’da Bengal kaplanı ve Brezilya Amazonlar’da siyah leopar çekmek. Şartlar çok ağır tabii. Bir tarafta artı 60 derece, sürekli sinek… Kutup ise eksi 60’lar… Bir hayalim daha var. O da Güney Kutbu’nda imparator penguenleri çekmek! Ama bu çok pahalı bir seyahat. Anakaradan bir buzula gidiyorsun, o buzuldan başka bir buzula. Tek kişilik bir uçuş 250 bin dolara mâl oluyor. İmparator penguenlerini hâlâ bir Türk çekmemiş mesela. Gidersen ilk olursun. Bu da çok güzel bir duygu.
“Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı” filminde fotoğrafçıyı oynayan Sean Penn’i hatırlarsın. Çekmeyi çok istediği kar leoparı tam objektifinin önüne geliyor ama o çekmekten vazgeçiyor. Neden vazgeçtiğini de şöyle açıklıyor: “Bazı anların içinde olmak o kadar büyülüdür ki o anı yaşamak yerine fotoğrafını çekmek anın büyüsünü bozmaktan başka bir şey değildir. Ben anın içinde kalmayı, fotoğrafını çekmeye tercih ederim.” Tıpkı Sean Penn’in oynadığı bu karakter gibi sen de vazgeçer misin? O anı yaşamak uğruna…
– Evet, tabii hatırlıyorum o filmi. Olabilir, yapabilirim. Ama ondan sonra fotoğrafı bırakmak lazım.
Bir yandan bütün hayatımız Instagram sayesinde fotoğraf. İnsanların fotoğraf için yaşar hale gelmesini nasıl buluyorsun?
– Biraz garip bir durum bu. Benim de bir hesabım var. Çok kullanmıyorum ama var. İlk dönemler ben de kendimi herkes ne yapıyor diye takip ederken bulmuştum Instagram’da. Ama sonra bunun ayrı bir dünya olduğunu fark ettim. Çünkü bu orada yaşadığımız bir dünya. Gerçek yaşadığımız dünya değil. Bir kurmaca, “Truman Show” gibi. Yaşamak istediğimiz dünyayı bir yere not ediyoruz ve arka arkaya fotoğraflarını koyuyoruz. Ve oymuş gibi yapıyoruz.
Bunun sonu nereye varabilir?
– Geçenlerde bir şey okudum. Yapay zekalar kendi aralarında iletişime geçmeye başlamış. Bu yüzden yapay zeka hikayesi durdurulmuş. Gerçekten insanlık, çok klişe olacak ama yalnızlaşıyor. Bir de sosyal medyaya çekmek için koyduğumuz fotoğraflara sBu gidişimde Hayvanların ne yapacağını önceden sezmeye başladım sonradan dönüp bakmıyoruz bile. Bir tatile gittin diyelim, o fotoğraflara tekrar bakıyor musun? Asla. Koymak için çekiyoruz. O yüzden ben tamamen koptum. Artık kim ne yapıyor diye bakmıyorum bile. Afrika’dayken hiç fotoğraf da çekmedim, telefona da bakmadım. Seviyorum bu hali…
İnziva halini?
– Evet, güzel bir hal. Durabilme hali. Ne kadar durabiliyoruz o ayrı. Şehir bizi içine çekiyor.
Tamamen soyutlayabilir misin kendini? Kimse olmadan herhangi bir yerde?
– History kanalında öyle bir program var, “Alone” diye. Ona katılmak çok istiyorum aslında. Seni tek başına dünyanın en zor yerlerinden birine bırakıyorlar. Eline sadece bir tane telsiz veriyorlar. Kaç gün bunu yaparım bilmiyorum. Ama kendi kendinelik durumunu severim. Denemek isterdim.
Bir yandan da konfor hepimizi esir eden bir şey. Konforu ne kadar bırakabilirsin?
– Belki mesleğimle ilgili ama ben çok konformist değilim. Her yere ayak uydurabilirim. Hangi ortama girersem gireyim oranın hikayesini anlayabiliyorum girdiğimde. Kendi hikayemi beklemiyorum. Oranın hikayesi neyse, o hikayenin içinde duruyorum bir şekilde. Aslında her yere uyum sağlıyorsun.
Çünkü insan uyum sağlayabilen bir canlı. Normalde de uyumlu bir adamım. Kendi isteklerim olsun diye beklemem. Afrika’da da öyleydim.
Orada duşunu bir tasla alıyorsun. Ondaki su bitti mi, bitti… Sonuçta ihtiyacımız olan bazı şeylere o kadar da ihtiyacımız yok aslında.
Almamız gerektiğini söyledikleri için alıyoruz. Her yıl bu akıllı telefonları yeniliyoruz mesela. Neden? Ben eskisiyle yenisinin farkını hiç anlamıyorum.,
Bu gidişimde Hayvanların ne yapacağını önceden sezmeye başladım
O dönemde yaşamak isterdim de ne kadar yaşardım bilmiyorum!
En son “Diriliş Ertuğrul” dizisinden ayrılacağına dair haberler çıkmıştı…
– “Diriliş” bu sezon da devam ediyor. Dördüncü sezonumuz. Evet, her yıl ayrılacağıma yönelik haberler çıkıyor. Oysa hiçbir zaman öyle bir fikrimiz olmadı. Devam ediyorum. Bu son sezon mu olur bilmiyoruz ama, yol içerisinde anlaşılacak.
O dönemde yaşamak ister miydin?
– Çok zor bir dönem. Yaşamak isterdim de, ne kadar yaşardım bilmiyorum! İnsan ömrü uzun olan da var. Ertuğrul Gazi 93 yaşında vefat ediyor. Ama kaç tane savaştan sağ çıkıyor. O kadar savaştan sağ çıkabilir miydim, bilinmez. Dönem karışık bir dönem. Şartlar çok ağır. Göçebe hayat da öyle. O dönemde yaşamak kolay değilmiş.
20’li yaşlarımda olsaydım yapardım!
Ekstrem işleri seviyorum. 20’li yaşlarda olsaydım, yarasa adam kıyafetleriyle uçuyorlar ya, onu yapmak isterdim! Ama bunu 500 atlayıştan sonra ancak yapabiliyorsun. Şimdi bu yaştan sonra paraşütle 500 atlayış yap, sonra da yarasa adam kıyafetiyle atla, geç kaldım ona!
Anneannemin çiftliğini unutamam
Beni doğaya çeken şey, çocukken her hafta sonu gittiğim anneannemin Menderes’teki çiftliği oldu belki de… Anneannemi İzmir’e getiremezdik. Bir odanın içinde durma fikri ona anlamsız gelirdi. “Konserve kutusunda yaşıyorsunuz” derdi. -Hürriyet