GÜRKAN UYGUN’DAN SAMİMİ AÇIKLAMALAR
Kurtlar Vadisi'nin "Memati"si Gürkan Uygun, Hürriyet gazetesinden İzzet Çapa'ya verdiği röportajda şöhretini eşgal bozukluğuna borçlu olduğunu söyledi.
Hani bazı roller oyuncunun üzerine yapışır derler ya; belki de bunun en büyük handikabını yaşayan isimlerin başında geliyor Gürkan Uygun. Öylesine zihinlere yer eden bir karakter ortaya koydu ki Kurtlar Vadisi’nin “Memati”sinde, çoğumuz adını bile bilmiyoruz; kısaca Memati diyoruz… Ancak öte yandan oyunculuk mesleğine ömrünü adayacak kadar da tutkun bu işe. Şimdilerde Geym of Bizans’taki komik Gazi Magosa tiplemesiyle güldürüyor sevenlerini. Pek yakında da yeni dizisinde, yine bir başka ağır abi rolünde izleyeceğiz onu. İşte bu pazar müthiş esprili, bir o kadar da eğlenceli, ailesine ve işine her şeyin ötesinde bağlı, güler yüzlü bir oyuncuyla, Gürkan Uygun’la konuştum. Ben onda, dizilerde gördüğüm o sert adamın tam da aksine, yumuşacık bir yürek buldum. Bakalım sizler neler göreceksiniz?
Sanırım “Ordu’nun dereleri aksa yukarı aksa/Vermem seni ellere Ordu üstüme kalksa” türküsünü dinleyerek büyüdün…
– Yok abi ne alaka?
Yahu Ordulu değil misin sen?
– (Gülüyor) Sağ olsun internette bir arkadaş öyle yazmış. Bir deli kuyuya taş atmış, bin akıllı çıkartamamış misali bu da yayılınca herkes beni Ordulu sanmaya başladı ama aslen Gürcü kökenli, Sakaryalıyız. Ben de babamın berberlik yapmak için gittiği İzmit’te dünyaya geldim.
Memati gibi rol ve racon kesmeye İzmit sokaklarında mı başladın?
– Ee yani (gülüyor). Şaka bir yana, gönlüm tiyatroya lise döneminde kaydı. O amatör tiyatro senin bu amatör tiyatro benim dolaştıktan sonra İstanbul’da konservatuvar sınavlarına girdim. Ardından da Yıldız (Kenter) ve Haldun (Dormen) Hoca’dan aldığımız eğitimlerle ta bugünlere geldik işte.
“Ustaaa” lafıyla ünlü Memati, ustaların elinden çıkmış desene…
– (Gülüyor) Eh biraz öyle oldu tabii. Ama Yıldız Hoca’dan da az azar işitmedim hani! Vapurdan ha indi ha inecek mi diye hep yollardaydı gözlerim.
Ne yani o kadar çok mu seviyordun Yıldız Hoca’yı…
– Severdim o ayrı da, camda beklememin asıl nedeni başkaydı. Hazır olmadığınız zamanlarda “Hoca geç kalsın”, “Sıra bana gelmesin” diye umutlanıp dururduk. Eh ben de biraz tembel bir adam olduğumdan, genelde bu tarz umutlarla geçti bu yıllar (gülüyor).
“O kadar inek bir öğrenciydim” diyorsun…
– Sorma sorma (gülüyor). Bunun yanında okulda öğrenemeyeceğimiz bir sürü şeyin eğitimini aldık hocalardan. Dormen Tiyatrosu’nda Metin Serezli dahil pek çok ustanın çıraklığını yapma şansını yakaladım. Tiyatro düsturunu, kulis ahlakını hep onlardan öğrendim.
Dersten ziyade deneyimle eğittin demek kendini…
– Öyle oldu biraz… Mesela Dormen inanılmaz bir hocadır. Bir turne esnasında sekiz kere çıktığı Sümela Manastırı’na sırf bir kez de biz görelim diye tekrar çıktı. Pek çok öğrencisinin her konuda vizyonunu genişletmiştir. Keza Yıldız Hoca da öyle… O büyük isimlerden eğitim almak benim için gerçekten inanılmaz bir şanstı.
Şimdi de evde iki küçük “öğretmenin” var duyduğum kadarıyla…
– Yaa sorma, çocuklarım gerçekten hayatımı değiştirdi diyebilirim. İki evladım var çok şükür. Kız 7, erkekse 5 yaşında.
ÇOCUK OLUNCA EŞİMLE BULUŞMA SAATLERİMİZ DEĞİŞTİ
Baba olduktan sonra hayatında çok şey değişti mi?
– Çok şey mi? En basitinden, eşimle buluşma saatlerimiz değişti (gülüyor).
Eşin Şebnem’i bir dönem BBG evinden tanıyoruz. Şimdilerde eski günlerin hatırına birlikte Big Brother’ı, Ütopya’yı falan seyrediyor musunuz?
– Çocuklar olmadan önce geceleri oturup bol bol gırgır yapabiliyorduk. Ya şimdi öyle mi? Bizimkilerin uyuması 9-10’u buluyor. O saatten sonra ancak “Eskiden biz ne çok eğlenirdik” diye iç geçirerek, televizyonda ne varsa onu seyredip 2-3 laf edebiliyoruz.
Çocukların seni adam asıp keserken seyretmelerine izin veriyor musun?
– Çok şükür şimdiye kadar hiç denk düşürmedim. Tabii artık biraz daha her şeyin farkına vardıkları yaştalar. Bu devirde ne kadar gizli tutabilirsin ki bir şeyi? Ellerinde oyuncak yerine iPad var sonuçta. Mutlaka internetten, oradan, buradan görüyorlardır. Allah’tan neyin ne olduğunu anlayacak kapasitedeler de sıkıntı yaşamıyoruz.,
KARAKTER OLARAK ŞİDDETE HİÇ YATKIN DEĞİLİM
Memati sizlere ömür… Peki sen içindeki Memati’yi öldürebildin mi?
– Aslında her insanın içinde gördüğü haksızlığa anında müdahale edip onun infazını yapmak gibi hayat içerisinde gerçekleştiremeyeceği pek çok his var. Bu şiddet duygularının açığa çıkması da sosyoekonomik veya psikolojik durumlara göre değişiyor.
Ordinaryüs profesör gibi konuşmayı bırak da soruya cevap ver!
– (Gülüyor) Tabii ki bir oyuncu olarak benim de içimde gösterebileceğim bir şiddet duygusu mevcut ama karakter olarak inan ki hiç buna yatkın değilim. Hayatımda topu topu iki kere kavga etmişliğim vardır, onların da biri ilkokul diğeri ortaokuldaydı.
Senin için hayat verdiği o meşhur rolün tam tersi diyebilir miyiz?
– Memati’nin benim dünyamla yakından uzaktan bir alakası yok! Aksine benim uzlaştırıcı bir yapım vardır. Her zaman denge unsuru olmaya çalışırım. Yaşadığım tüm gerilimler kendi içimdedir. Memati ise istediğini yapabilen, racon kesen, arzu ettiğini infaz eden sanal bir kahramandı sadece.
SİLAHIN S’SİNDEN ANLAMAM
Koskoca Memati, yengeyi görünce süt dökmüş kediye mi dönüyor?
– Yahu abi tutturmuşsun bir Memati’dir gidiyor. Alakam yok diyorum, anlamıyorsun (gülüyor). Dışarıda rol icabı kurt olsak da eve geldiğimizde kuzuya dönüşüyoruz diyeyim, sen de rahat et ben de… Aile ve evlilik hayatını kadınların daha iyi idare ettiğine inananlardanım. Ben normalde spor giyinen, sakin, rahat, silahın ‘S’sinden anlamayan bir adamım.
Bu rolleri canlandırıp, silahtan anlamıyorum demek de ilginç bir paradoks…
– Silah mertliği bozar. Ayrıca da silah kullanmak çok da dürüst bir durum değil. Tuhaf bir “çözüm aracı” olduğunu düşünüyorum.
Tam Geym of Bizans’taki rolünle “Hah kötü adamlıktan uzaklaştı” demişken, şimdi de Kehribar’da başka bir “ağır abi’ olarak çıkıyorsun karşımıza. Yoksa alışmış kudurmuştan beter mi?
– Deminden beri anlatmaya çalıştığım gibi oyuncu olarak, hayatın içinde gerçekleştiremediğimiz şeyleri rollerimizle yapma imkanı buluyoruz. Yeri geliyor güldürüyorsunuz, yeri geliyor evlat acısı çeken birisini canlandırıyorsunuz. Benimle özdeşleşen bu rollere gelince… Bizim toplumumuzun yapısal özelliğinde bir gider yapmak, masaya yumruğu vurup sorunu çözmek var. Belki de izleyici kendi yapmak istediklerini bu karakterlerin hareketlerinde görüp, ekrandaki o adama daha çok bağlanıyor. Bu sadece bizim için değil, Ortadoğu ve Arap dünyası için de geçerli. İnsanlar da buna alıştığından televizyonda daha çok böyle işleri tercih ediyorum. Ama iş sinemaya gelince her rolü oynarım.
YILDIZ TİLBE’NİN KLİBİNDE ÖĞRENCİYKEN OYNADIM
“Hatta sinema bana dar gelir, gerekirse kliplerde bile boy gösteririm” mi diyorsun?
– (Gülüyor) Yıldız Tilbe’nin Vazgeçtim klibinden bahsediyorsan, o benim konservatuvar üçüncü sınıftayken yaptığım bir işti. Yakın zamanda bir arkadaşımın da klibi çıkacak. İçindeki sürpriz benim.
Yılbaşı gecesi O Ses’te resmen içinden bir Ray Charles çıktı. Belki yakında albüm çıkarıp, kendi klibinde de oynarsın…
– Öyle bir niyetim yok ama iyi bir proje gelirse neden olmasın? Arkadaş çevresinde eğlenirken şarkı söylemeyi gerçekten çok seviyorum. Tek yaptığım, şarkıları söylerken samimi olmaya çalışmak.
Müzik eğitimin var mı peki?
– Okulda ne öğrendiysek o kadar işte. Sağ olsun Haldun Hoca’nın tüm müzikallerinde oynadık. Melih Kibar gibi bir duayenle çalışma fırsatına da nail oldum. Bundan daha büyük şans mı olur!
ESKİDEN BİZE ÇİRKİN DERLERDİ ŞİMDİYSE KARİZMATİK
Zamanında rol “yelpazene” bir de Mimar Sinan’ı ekledin…
– Farklı karakterlere hayat vermeyi seviyorum. Zaten pek çok oyuncu da böyle düşünür. Fakat televizyon serüveninin içinde bazı yazılı olmayan kurallar vardır. Bu piyasada ayakta kalmak istiyorsan, bunlara bir şekilde uymak zorundasın. Peki kendimi bir oyuncu olarak tatmin etmek için ne yapıyorum diye sorarsan… Tabii ki sinema. Bak Geym of Bizans’ta karşınıza Gazi Magosa gibi bambaşka bir karakterle çıkıverdim. Filmlerde istediğimizi deneme şansımız olduğundan, sinema çok iyi bir mecra. Televizyonda seyircinin beklentisi belirli bir yöndeyse, durumu daha fazla zorlamanın manası yok.
Sen Türk halkının damarını iyi yakalamış bir oyuncusun…
– Yerli bir tipim var, ayrıca şansım da yaver gitti. Her şey Deli Yürek’te Osman Sınav’ın bana verdiği rolle başladı, Kurtlar Vadisi’yle devam etti.
Osman Sınav’ın senin için ayrı bir yeri var o zaman…
– Olmaz olur mu? Askerden yeni döndüğüm dönemde kaptım o rolü. Daha öncesinde üç sezon Tatlı Kaçıklar, Affet Bizi Hocam ve Çiçek Taksi gibi dizilerde oynamıştım. Gel gör ki, Deli Yürek tarzı işler popüler olmaya başlayınca eşgal bozukluğunun da yardımıyla duruma rahat ayak uydurdum.
Eşgal bozukluğu derken…
– Bizim gibilere eskiden çirkin derlerdi şimdiyse karizmatik (gülüyor)!
Peki ya o karşındakini korkudan tir tir titreten bakışların…
– Doğrusuna bakarsan, ifadem benim avantajım oldu. İlk dönem Osman Abi’nin çektiği yakın planları görenlerden hiç “Ne iyi oynuyorsun” falan diyen olmadı. Hepsi “O nasıl bakış? Ne kadar fecii bakıyorsun” (kahkahalar).
Nasıl başarıyordun öyle bakmayı peki?
– Ee bayağı çalıştım, o ifadeyi oluştururken kuşların da çok yardımı oldu.
SERT BAKMAYI KUŞLARDAN, KARTALLARDAN ÖĞRENDİM
Anlamadım Hitchcock’un Kuşlar’ını mı izledin?
– Yok abi ne alaka (gülüyor)… Sert bakmak için en iyi görüntü alabileceğim ve algısını canlandıra-bileceğim hayvanların kuşlar olduğunun farkına vardım. İnternetten şahinleri, kartalları seyrederek onların kafa hareketlerini, dönüşlerini çalıştım.
Her rol için hayvanlar alemine dalıyor musun?
– Hayvanlar alemine değil de internete dalıyorum. Çünkü orada aradığın her türlü görüntüyü bulabiliyorsun. Seri katil istersen var, uyuşturucu müptelası dersen o da var. Onların fotoğrafları üzerinden ifadelerini çalışıyorum. Ne de olsa bizim yaptığımız iş de bir çeşit hareketli fotoğraf.
Yeni dizin Kehribar için hangi hayvandan ilham aldın peki?
– Bilmiyorum ki, şu an ince ince bir araştırma halindeyim. Bu aralar timsahlara kafayı takmış durumdayım. Düşünsene sessiz sessiz, koca bir kütle, hiç hareket etmeden sana yaklaşıyor. Etrafta çıt yok! Bir anda büyük ve ani hamlelerle hop işini bitiriyor!
Bu rolde de yine eli silahlı, tespihli, ağır bir abisin. Değişen ne, tespihin rengi mi?
– Tanıtımları izlersen, kahraman önce saati, sonra silahı en sonunda da tespihi eline alıyor. Oysa genelde silahı alır yürürsünüz. İnan bana zamanla hâl ve tavırları değişecek Kehribar’ın.
ÖLEN ÖLMÜŞTÜR KALAN SAĞLAR BİZİM OLSUN
Kurtlar Vadisi’ni izliyor musun?
– Yok artık izlemiyorum.
Pişmanlık var mı ayrıldığın için? Türk dizilerinde görülmemiş bir durum değil sonuçta, reytingler düşerse bir gün diriltirler mi Memati’yi?
– Pişmanlığım yok çok şükür. Memati’nin dirilmesine gelince, ölen ölmüştür, kalan sağlar bizim olsun.
Gerçek hayatta ağır abiler televizyondakinden biraz farklı sanki. Baksana geçenlerde yakalanan dünyanın en büyük uyuşturucu baronu El Chapo rengarenk gömlekleriyle ünlü. Nerede o bizim “kurtların” simsiyah kostümleri?
– İster istemez klişeler üzerinden gidiliyor tabii. Bana sorarsan oynadığımız karakterler, biraz da fantastik davranış biçimlerine sahipti. Etrafımızda o kadar çok kafası öne eğik, tevazu sahibi ama ayağa kalkınca kudretini gösteren tip var ki… Biz Kurtlar Vadisi’nde 10 sene boyunca bir nevi onları stilize ettik.
Hangi rolün senin için doğru olduğuna nasıl karar veriyorsun?
– Sadece rol değil, hayatımdaki tüm önemli kararları verme aşamasında yalnız olmayı tercih ediyorum. Topluyorum pılımı pırtımı, memlekete, Sakarya’daki köy evimize kaçıyorum. Orada kuşlarla böceklerle baş başa kalıp, televizyonu dahi açmayarak, derme çatma bir hayat yaşarken kafamı boşaltıyorum. Bu şekilde de konu her neyse onunla ilgili kararımı vermiş oluyorum.
Köy hayatı zihnini açıyor yani…
– Hem de nasıl! Çünkü ben toprak adamıyım. Hedefim de 5-6 yıl yoğun çalıştıktan sonra tarlada su yolları açabildiğim, odun kırıp bahçede ateşimi yakabileceğim bir yere taşınmak.
Ne yani, eşine bir gün pat diye “Haydi gel köyümüze geri dönelim, Fadime’nin düğününde halay çekelim” mi diyeceksin?
– (Gülüyor) Aynen öyle. Bu arada sadece karar aşamasında değil, senaryolara çalışırken de kendimi köy yerinde bulurum. Çünkü beni rahatsız eden, dikkatimi dağıtacak hiçbir şey yok oralarda. Memlekette dededen kalma bir fındık tarlamız var. Bu yaz bir haftada 15 bin dal sallamışımdır herhalde. Çocukluğumun geçtiği yerlerde kendimi buluyorum. Dışarıdayken mecburen ya Memati ya da bir başkası olmak zorundasın…
KAFAMIN İÇİNDE HEP BİR ARABESK VAR
Sen müziği biraz es geçiyorsun ama duyduğuma göre erken yaşlardan beri çok ilgiliymişsin…
– Üniversite yıllarında bit pazarından plaklar toplardım. 800’e yakın longplay ve 45’liğim var evde.
En çok hangi tür müzik ilgini çekiyor peki?
– Plak koleksiyonumun çoğu Türkçe. Ne de olsa onları gençliğimde topluyordum. Sonuçta yabancı müzik kültürünün olduğu bir yerde büyümedim. İstanbul’a ne kadar yakın da olsa İzmit taşra sayılır. Bizim oralarda kulağımda hep İbrahim Tatlıses’ler, Cengiz Kurtoğlu’lar olurdu. Kafamın içinde hep bir arabesk var anlayacağın. Tabii İstanbul’a gelip tiyatroya başlayınca Edip Akbayram’ları, Cem Karaca’ları, Barış Manço’ları, Fikret Kızılok’ları da duymaya başladık. Derken yabancı müzikler ve caz da girdi hayatımıza. Her telden çalıyorum yani (gülüyor)…
Teli falan bilmem de klarnet çalman dillere destan…
– Abi abartma istersen, dillere destanlık bir durum yok ortada. Klarnetin o hüzünlü sesine, acısına tutulup üflemişliğim var. Sağ olsun Hasan diye bir arkadaş arada gelip ufak tefek dersler veriyor bana.
MEMATİ SIKSANA ŞUNUN TOPUĞUNA!
Sporla aran nasıl?
– Sokakta başlayıp, üniversiteye kadar futbol oynadım. Artık sadece senede bir iki kere maça gidiyorum o kadar. Tribünde bir görsen, durumum içler acısı, sürekli tetikteyim (gülüyor).
Hayırdır, bir holiganlık falan mı var ruhunda?
– Yok ya ne holiganlığı, ama tribündeki taraftarlar ne zaman hakeme veya bir oyuncuya kızsa “Memati sıksana şunun topuğuna” diye tezahürata başlıyor. Bir süre sonra da iş açığırından çıkıyor tabii.
Artık Memati öldüğüne göre belki Kehribar olarak rahat edersin…
– Bakalım göreceğiz ama insanların alışkanlıkları öyle kolay kolay değişmiyor.
BEN KORKAK BİR BABAYIM
Mafya babası halini hepimiz biliyoruz, gerçek hayatta nasıl bir babasın?
– Korkak bir babayım. Çocuklar dünyaya gelmeden önce çok cesurdum. “Ölümdür, nereden gelirsen gelsin” gibi boyumdan büyük laflar ederdim eskiden ama baba olunca durumlar değişti.
Sert misin peki çocuklarına karşı?
– Gerektiğinde oluyoruz tabii. Zaten bir bakış atmam yeterli çoğu zaman (gülüyor).
Bir gün oturup Kurtlar Vadisi’ni seyredince “Babam bize palavradan bakıyormuş” demesinler sakın…
– (Kahkahalar) Yok benim çocuklarım neyin ne olduğunu iyi anlarlar.
Onlara evde taklitler yapıp eğlendiriyor musun?
– O kadar uzun zaman oldu ki birilerini taklit etmeyeli… Lise dönemimde hiçbir hocanın taklitlerimden kaçarı yoktu (gülüyor). Askerde de kendilerini komutan sanan üst devrelere uyuz olduğumdan onları taklit ederdim. Sonuçta ben sinir olacağıma onlar olsun (kahkahalar).
Protest bir tarafın da var…
– Herkes için her şeyin güzel, düzgün, adaletli ve temiz yaşanmasını istiyorum. İnsan olmak lazım abi… Geçenlerde haberlerde yine vahşet dolu bir sahneyle karşılaşınca yanımdaki arkadaş “İnsan bunu yapar mı?” diye bir cümle sarfetti. Bir an düşündüm “Maalesef ancak insan bunu yapar” diyebildim.
DANIEL CRAIG’E ANATOMİK OLARAK BİR BENZERLİĞİM VAR SANIRIM
Ekşi’ciler soğuk ve dik bakışlarından dolayı seni Daniel Craig’e benzetmişler…
– Sanırım anatomik olarak bir benzerliğim var abiye.
Son dönemde şarkıcılarla adeta meslek “değiş tokuşu” yapar gibisiniz… Sen her an albüm çıkarabilirsin çünkü önce Murat Boz şimdi de Murat Dalkılıç beyazperdede yerini aldı. Ne diyorsun bu vaziyete?
– Sahnede şarkı söylerken de sonuçta aldatılmış bir adamı ya da sevdalı bir genci oynuyorlar. Yaptıkları iş bir nevi oyunculuk. O yüzden ben bu duruma son derece olumlu bakıyorum. Dalkılıç zaten oyunculuk mezunu. Filmde de gayet iyi iş çıkardı doğrusu.
Bu kadar ağır abi rollerinden sonra Gani Müjde’nin Geym of Bizans’ında komediye “soyunmak” zor olmadı mı?
– Ne yalan söyleyeyim, kullanmayı bıraktığım birçok duyguyu yeniden role katmak zorunda olduğum için başlarda zorlandım. Ama işimiz bu olduğu için de kısa zamanda adapte oldum. Gani Abi’yle çalışmak da ayrı bir keyifti. Hayata öylesine mizahi açıdan bakan bir adam ki size istemediğin bir şey bile söylese utanmadan, sıkılmadan onu kabul ediyorsunuz.
Türkan Şoray misali “Gürkan Uygun Kuralların” var mı? “Bu rolü ben oynamam kardeşim” der misin hiç?
– İlgimi çekmeyen ya da kendime ait bir şey görmediğim rolleri geri çevirdiğim oluyor tabii. Fakat katı bir şekilde “Şu rolü oynamam” dediğim bir durum yok. Ayrıca oynayacağım karakterleri değerlendirirken rolün büyüklüğü, küçüklüğü gibi şeyleri de gözetmem.
Yenge karışıyor mu rol seçimlerine?
– Yok, hepsine kendim karar veriyorum. İster mafya babası, isterse de bir trans birey olsun, o rolün altından kalkabileceğime inanırsam her karakteri oynarım.
Geym of Bizans’ta erkeklerin derede toplanıp çamaşır yıkadığı sahne çok komikti. Normal hayatta da iyi çamaşır yıkar mısın?
– Aaa tabii, çok iyi çamaşır yıkarım ama makinede (kahkahalar).
Şöyle arkana yaslanıp kimi seyretmekten haz alıyorsun?
– Yahu şimdi aklıma pek çok isim geliyor ama Haluk Bilginer’in rolü nasıl algıladığını, işe nasıl baktığını görmek büyük bir keyif. Onun gibi bazı oyuncular var ki, izlerken resmen ders alıyorsunuz. Seyretmek bir yana Haluk Abi’yle çalışmak da ayrı bir şans ve zevkti benim için. (Hürriyet)